Sükût ile kaybolmuş, sözcüklerim.
Gözlerine saklanmış,
Söyleyeceklerim, söyleyemediklerim.
Sensiz, her yanım;
Hep yarım!
"Kayıp gidenlere değil, kaybettiklerine üzülüyordu. Ne geçen zaman, ne de geçip gidenler bir evlat acısı yüreğinde diğerine sarılmasına izin vermiyordu."
Bakışlarıyla kokusunu içine çekip, saçlarını okşadı. Dili ise ona itaat etmeyerek söze ” kukla mukla yok." diye başladı." Bütün evi dağıtmışsın zaten. Nereden çıktı kukla? “ diyerek bitirdi...
Herkes bir tutam içinden almalı!
Maviyle yeşilin dansıydı yaşamak dediğin!
Elif Cemile Yengesinin hatırladığında burnunun direğinin sızlamadığını fark etti. Annesi bir gün Anneannesini düşününce burnunun direğinin sızladığını söylemişti. Elif'te duyunca merak etmiş annesine “Burunun direğinin sızlaması ne demek anne, Anneannem senin burnuna mı vurdu? “diye sordu. Annesi de gülerek küçük kızına "birini özlediğinde onun için üzüldüğünde burnunun direği sızlar" demişti. Bu durumda demek ki daha Yengesini çok özlememişti.
Aynı gökyüzünü paylaşırken neden kalp kırar ki insan?
Yüreğinde ilk defa duyduğu öfkesiyle, akşamın kızıllığın da kayboldu masumiyeti!
Dışarıda hava güneşliydi ama biraz sabahın serinliği vardı. Sokak bomboş in cin top oynuyordu. Elifçik sağına baktı soluna baktı sokağın yalnızlığı içine işledi. Yan taraftaki boş arsaya gitti. Önce Nazmiye Teyze horozu salmış mı baktı. Tavukların bile içeride olduğunu anlayınca sevinsin mi üzülsün mü bilemedi.
Bahçe dışında yolun kenarında bir tane erik ağacı vardı. Elif Oraya oturup evine yemek taşıyan karıncalara yardım etmeye başladı.
Bahçenin içerisi tam bir top sahasıydı. Bomboş arsa çocukların vazgeçilmez oyun alanıydı. Sağında sıra sıra pelit ağaçları vardı. Yanında kendi evleri, solundaNazmiye teyzenin evi, arka tarafta sık sık kavak ağaçlarının olduğu başka bir bahçe vardı. Mahalleli burada toplanır, hemen oracıkta ateş yakılır, çay demlenirdi. Evden kimse boş gelmez, kısırlar yapılır, kekler dökülür, börekler açılır pelit ağacını gölgesine kilim serilir otururlardı. Hem sohbet edilir, hem yenilir içilir hemde el işi örürülürdü. Kimi fiskos, kimi havlu kenarı, kimi örgü yelek örerdi. Kanser diye bir yelek modeli vardı hakikaten insanı kanser ederdi. Çocuklar ise futbol, yakar top, istop ve envai çeşit oyun oynarlardı. Hele hıdrellezde bir de pelit ağacına kocaman salıncak kurarlar büyük küçük herkesi sırayla sallarlardı. Elif o kocaman salıncağı hayatı boyunca unutmadı. Ağaç dallarının arasında bulutlara ulaşıyormuş gibi hissediyordu.
Ve sabahın ayazında içi üşüyen bir şair!
Kış mı geldi gönlüne sevdanın?
Sonbahar mı düştü yapraklarına?
Ah Gülcihan!
Ürkek bir ceylan sanki...
“Önüm arkam sağım solu sobe, saklanmayan ebe.” Dedi abisi. Kız olduğu yere çömeldi. İçinde ki korkuyla atan kalbi neredeyse onu ele verecekti. Ne olurdu ki sanki, yatır ona ne yapacaktı ki? Ya karanlıkta ağzını kapatır odaya götürüp çarparsa. Geçende annesi komşuyla konuşurken duymuştu. Eski komşularının çocuğunu cin çarpmış, hoca hoca geziyorlarmış. Ağzı taaa kulağına kadar kaymış. Ya yatırda onu çarparsa. Hemen aklından yatırla ilgili kurduğu türlü kötü düşünceyi, kafasını sağa sola sallayarak atmaya çalıştı."
" O zamanlar çocukluğunun kurbanı oldu dilekleri. Çocukluğu ise ona ait olmaya bir nefretin kurbanıydı. Yatır Dede bir daha hiç görünmedi. Ama kız şimdi dilese dileğini Yatır Dede duyar mıydı?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder