Etiketler

4 Şubat 2022 Cuma


"Annesi bulaşıkları bitirdiğinde onlarında oyun zamanı doldu. Babaları elinde bulmaca çayını yudumluyordu. İçeride abisi ödev yaparken küçük kızda oyuncaklarıyla evcilik oynadı. Yumuşu babasıydı. Yanındaki gelinlikli naylon bebeği annesi, küçük sevimli ayıcığı abisiydi. Kendisi için oyuncak seçememişti. Bir gün babasına barbi bebek aldıracaktı, o zamana kadar küçük kız kendi kendini canlandıracaktı. Kafasını kaldırıp ailesine baktı. Annesi Gülcihan esmer tenli, kahverengi gözlü,  zayıf bir kadındı. Üçgen bir yüzü vardı. Öyle çok konuşmazdı. Hep üzgün dururdu. Bütün gün evin işlerine koştururdu. Hiç bitmezdi işi.  Annesinin kendisine sarılacak zamanı bile kalmazdı. Babası Medet ise yeşil gözlü, hafif kel, yuvarlak yüzlüydü. Oda işten geldi mi yemeğini yer Kardeşiyle çayını içer sonrada oturur ya bulmaca çözer yada uyurdu.

  Amcası Ahmet ile aynı avlu içinde oturuyorlardı. Eskiden yemekleri beraber yerlerdi ama amcası ikinci eşiyle evleneli beri ayrı yiyorlardı. Semiha Yenge gelince Büyük Yengesi gitti. Şimdi artık ayrı oturup kalkıyorlardı.

  Büyük Yengesini çok severlerdi, o da onlara kıyamazdı. Onları kendi çocukları gibi görüyordu. Büyük suçmuş herhalde çocuğunun olmaması, onu da böyle cezalandırmışlar. Bu yüzden gitmişti zaten yengesi."



"Güneş ışığının dans ettiği bir sabaha gözlerini açtı Küçük kız. Ellerini havaya kaldırıp gerindi, yüzüne bir gülümseme yerleşti. Tek hamleyle üzerindeki battaniyeyi attı ve pencereye koştu. Dışarıda hava pırıl pırıl, gökyüzü olabildiğine maviydi. Küçük kızın içine mutluluk düşüncelerine bir masumiyet doğdu. "


"Olabildiğine çocuktu sokaklarda. Bütün kaldırım taşları şahitti özgürlüğüne. Gökyüzü eşlik ediyordu  şen kahkalarına ve güneş ışıl ışıl gülümsüyordu yüzlerindeki  mahsumiyete!"


Yüreğinde elvat acısı,
Kayıp ettikleriyle katlandı sancıları. 
Yetim kaldı gözlerindeki umutları, 
Yalnızlığın İç Çektiği yerde, yok oldu gitti duyguları!
Ah Gülcihan...


"Güneş ışığının dans ettiği bir sabaha gözlerini açtı Küçük kız. Ellerini havaya kaldırıp gerindi, yüzüne bir gülümseme yerleşti. Tek hamleyle üzerindeki battaniyeyi attı ve pencereye koştu. Dışarıda hava pırıl pırıl, gökyüzü olabildiğine maviydi. Küçük kızın içine mutluluk düşüncelerine bir masumiyet doğdu."


"Belki rüzgârın şiddetiyle savruldu gitti sesi.  Belki yağmurlarla beraber indi gözyaşı. Görünmedi.  Belki şu gök gürültüsüne karıştı içindeki isyan. Duyulmadı.  Şu ışık saçan şimşekler geleceğinin korkusu! Bulutların birbirine bu kadar öfkeyle vurması, kalbinde ki öfkenin aynada görünen aksiydi... "


" Abisi; 
 "Belki Yatır Dede duyar da yanağını iyileştirir, siler gözyaşını" dedi. 
  Elif gözlerinden boşalan yaşları elinin tersiyle silerken " Ben ağlamıyorum Abi, kendi akıyor " dedi. 
Abisi kardeşini küçük kollarıyla sarıp sarmaladı. Küçük kızın  yanan yanağı değil, en sevdiği tarafından kırılan kalbi acıyordu!"


"Durduğu anda evlat acısını ciğerlerinde hissediyor, nefesi kesiliyordu. Allah kimseye evlat acısı vermesindi. Her şeye katlanıyor ama o boğazında ki düğüme, yüreğindeki yüküne, ciğerlerindeki yangına dayanamıyordu.


Bazen boğazına kadar gelen acıyla, bağıra bağıra ağlayarak derdini anlatmak istiyordu. Sonra dayısının yengesini davranışlarını düşününce vazgeçiyordu. Ne gerek vardı öyle acı dolu cümleler kurmaya? Elemden kederden bahsetmeye ne gerek vardı? Gözlerinde görünmüyor muydu içinin karanlığı. En iyisi sükût etmekti yine!"


"Güçlü olmak zorundaydı. Kimse için değil, hala nefes aldığı için güçlü olmalıydı. O bir savaşın kurbanıydı, başının üzerinden geçen her bir kurşun için dilek tutmalıydı.  Tutmalıydı ki hayatta kalabilsin! "


" Elif abisini sıkı sıkı tutup kafasını arkaya atmış kıkır kıkır gülüyordu. Abisiyle bu bisiklet turlarını çok seviyordu. Caddenin sonundan sağa  Ekrem Bakkalın olduğu sokağa döndüler.
  Ekrem Bakkal hemen evlerinin arka sokağında evinin altında küçük bir dükkandı. Ekrem Amca dünya iyisi bir adamdı. Mahallenin bütün çocukları onu çok sever sayardı. Arada sokağın başında durur, gelip geçen çocuklara balon yada pamuklu şeker dağıtırdı.
 Dükkanda ayak ayak üstüne atmış hemen yanında oturan Manav Ali ile ellerine çay hasbihal ederken çocukları görünce hemen yüzü güldü. "Gelin çocuklar buyurun bakalım. " dedi. 
Elif bisiklette beklerken Abisi cebinden bozuk para çıkarıp Ekrem Bakkaldan iki tane  kırmızı horozlu şeker aldı. "


"Medet, yüreğine kuş koymuşlar da kanatlanıp gidecekmiş gibi heyecanla haber bekliyordu. Bir taraftan çok korkuyor, diğer taraftan bahtıma ne çıkarsa diyerek kadere boyun eğenler kervanında başı çekiyordu. Haber gelir gelmez rahatladı. Abisine haber vermeden düştü Anamur yollarına. Kız istemeye gidiyordu."


“Belki” dedi Gülcihan! Belki bundan sonra hayal kurabilir hatta gerçekleştirebilirdi.

 “İki can bir olunca, benlik ortadan kalkarmış. Gönül sevdiğini bulunca, kuru dal bile çiçek açarmış…" dememiş mi  Mevlana? Kim bilir belki de…

 Herkes ona baktığını fark edince yüzü kıpkırmızı kesildi. Aklından geçenleri sesli mi söylemişti acaba? Hocanın sesiyle tekrar irkildi.
 “Kabul ettin mi?”


"Çocukların oyununa büyükler girince çocuklarda çıkmak zorunda kalır. Bazıları ise daha çocuk yaşta yetişkin olmak zorundadır. Hayatlarına cehalet hükmeder. Yetişkin çocukların çocuklukları hep bir yerde acı çeker.  

 Çabuk büyütmeyin çocukları! Bırakın biraz oyunbaz, biraz haşarı, biraz başına buyruk olsunlar."



"Tuhaftı, mevsim yazsa içi kıştı, mevsim kışsa içi buzdu. Bütün mevsimler ayazdı onun için."
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bazen yokluk sarar etrafını.  Sevgi yokluğu, şevkat yokluğu, anlayış yokluğu anlaşılmama yokluğu. O kadar yokluğun içinde varlığını bir türl...