“Bu
dünyada yaşamak
için illa önce ölmek mi gerekiyordu? Yoksa yaşamasını biz mi becermedik? Ayakta kalmak için illa
güçsüzleri ezmek gerekiyor. Güçlünün yaşayabildiği bu hayatı güçsüz olarak çırpınarak geçirmek,
sonunda mücadeleden yenik düşüp elini eteğini çekmek için illa yaşlanmak mı gerekiyor? Hayat; her yaşta, her yerde ezmek
isterse eziyor. Güçlü, güçsüz, zengin, yoksul, erkek, kadın, genç, yaşlı, hatta çocuk
bile olsan ayırt etmiyor. İstediği
yerde istediği
zaman seni un ufak ediyor. Bunun adına kader deyip geçiyoruz. Hayata direnmek
kimin haddine ki?
Diyorlar ki! Zaman en iyi ilaçtır. Peki, zamanın
kendisine ilaç var mı? Hani şu bir türlü geçmeyen zamana… Hani şu geçerken bile senden her an bir şey götüren, yerine
hiçbir şey koymayan,
üzerine bir de imzasını atan zamana… Sonra bir türlü geri gelmeyen elinden
kaçan zamana…
Ben zamana çare
bulamadım.
Zamansız gel
sevgili,
Sorgusuz, sualsiz
gel.
Ne olursan ol, yine
gel
Mevlana idim, Şems idim…
Leyla’n oldum gel…
Yunus idim, Yakup
idim,
Ayrılığın şahı oldum.
Yusuf idim,
kuyulardan çıktım
Çöllerinde
kayboldum.
Duygularımı
kaybetmeden,
Yokluğunda kaybolmadan,
Susuzluktan yok olmadan,
Zamansız gel
sevgili,
Gel, ne olursan ol
yine gel…”