Etiketler

5 Şubat 2022 Cumartesi


Bazen yokluk sarar etrafını.  Sevgi yokluğu, şevkat yokluğu, anlayış yokluğu anlaşılmama yokluğu. O kadar yokluğun içinde varlığını bir türlü kanıtlayamazsın.  Kulaklar sana sağır, gözler sana kördür!



"Gözyaşları yanaklarını yıkarken, kelimeleri içindeki zehri atmak için var gücüyle çıkmaya çalıştı. Çıkmayan sesinde büyük bir isyan vardı."



Bazen küçük cümlelerle anlatamazsın derdini.En yakınlarına duyuramazsın sesini...


Sevdiğinin acıttığı yerden gül mü bitermiş?
Oysa yürekte kocaman bir oyuk, dilde gem, bir ah taşıyor ciğerlerden...






” Yaşanılan hiç bir şey geçmişte kalmıyor maalesef. Yapılan şeyler, söylenen sözler, hor gören gözler insanın içini aynı yerden defalarca kanatırken,  yıllar sonra denilen keşke bir işe yaramıyor. Vicdan öyle bir kitap ki okuyan herkesin elinde kalıyor!” 


"Her zaman yalnız olduğunu düşünürdü ama bu hissettiği yalnızlıktan da öte bir şeydi. İçini yiyip bitiren adını bir türlü koyamadığı bir duygu, bütün bedenini sarıyordu. Sanki içini küf bağlıyordu."



Hayat insanların elinden sorgusuz sualsiz sevdiklerini alırken, sabretmek nereye kadardı? Çatlamaz mıydı şu sabır denen taşı? Geçmişi silmiyor, sadece üstünü kapatıp yokluklarına alıştırıyordu. Ve en önemlisi hayat tekerrürden ibaretti. Bozuk plak gibi takıldığı yerde dönüp dolaşıyor, sözler, besteler, nameler nakaratta kalıyor. Bitmiyor bitiriyordu...

Kimsesizlik bir kez tuttu mu bırakmıyor insanın yakasını, ama asıl kalabalığın içindeki kimsesizlik ayrı acıtıyor. Onunki de öyle bir kimsesizlik, kimseye anlatamadı derdini. Kan kustu, kızılcık şerbeti diyemeden kustuğu kanı geri yuttu.


Masal evinin kapıları yüzüne kapanmıştı. O artık gerçeklerle yüz yüze hayatta kalmak zorundaydı... 


Ekim zamanı eker, hasat zamanı biçerdi. İkindi üzeri hemen akşam yemeğine koyulur, bitince yengesine kahve pişirir, kahvehaneden gelen dayısının ayaklarını yıkar kurular ve sofrayı kurardı. Haftada bir gün kazanı kaynatır çamaşır yıkardı. Ekmek bittikçe tandırı yakar, hem ekmek açar hem pişirirdi. 
Zavallı durup nefes almaya bile vakit bulamazdı.



"Durduğu anda evlat acısını ciğerlerinde hissediyor, nefesi kesiliyordu. Allah kimseye evlat acısı vermesindi. Her şeye katlanıyor ama o boğazında ki düğüme, yüreğindeki yüküne, ciğerlerindeki yangına dayanamıyordu..."


Rüzgarın şarkı söylediği yerden duy beni!


Gülcihan’ın yalnızlığı umudu olacaktı. İçini çektiği yerde, yeni bir umut yeşertecekti.


Bir insanın içindeki deli dolu çocuğun zamana yenik düşmesinin ne demek olduğu bilirdi.  Zamanın da içindeki bütün duygularını can çekişe çekişe kaybetmişti...


Acımasızlığın bütün harfleri dedikodunun alfabesinde toplanmış yeni cümlelerle silahlanıp var gücüyle saldırıyordu. Hele birde dilsizsen suskunsan, hüküm belliydi. İntihara sebebiyete kadar varırdı.


Yengesinin doğumuna çok az kaldığı için iyice çekilmez olmuştu. O da fırsatını bulur bulmaz kendini dışarıya atıyordu. O gün yine yengesinin keçileri gelince,  Gülcihan da ahırdaki keçileri otlatmaya yaylaya doğru çıktı. Dere kenarında hemen ayaklarından lastiklerini çoraplarını çıkarıp buz gibi suyun içinde girdi. Başını gökyüzüne kaldırıp tertemiz havayı ciğerlerine çekti. “Allah’ım yarattığın her şeyde ayrı  güzellik,var. Çok şükür verdiğin nimetlere “ dedi... 


Ev dediğin taş yığını değil miydi? Elif için hiç farketmezdi. Ha cumbalı olmuş ha bahçeli olmuş. Akşam olduğunda anne babası ve abisiyle otuyor meyve yiyordu ya, işte ev buydu. Hem bu yeni evlerinde Yatır Dededen korkmasına da  gerek yoktu. Aslında bu durum onu birazcık üzüyordu. Ne de olsa Yatır Dedeyle o kadar hukuku vardı...


Olmuştu işte ilk defa sobelemişti. O an ne yatır kalmıştı, ne de ağzı kayan çocuk. Hayatında ilk defa sobeleyen küçük kızın ağzı kulaklarındaydı.



Susmanın adına sabır demişlerdi. Aslında böylelikle elinden bütün silahlarını almışlardı...



Yalnızlığı yine tutmuştu yakasından işte! Üzerine yapışan kimsesizlikle kalktı yerden. Yalnızlığına iç çeke çeke silekeledi üzerindeki pislikleri. Herşey  bu kadar zor olmak zorunda mıydı? Bu kadar mı silikti yaşamdan? Üzerine çuvallanan zalimliğe çırpındıkça teslim olmak zorunda mıydı Gülcihan?

Ah Gülcihan! 
Bir deli rüzgar sanki... 

 


Yitip giden yaşamlarda ne çok yaşanmamışlıklar bırakıyoruz. Sanki kader bütün kötü olayları bizim için kurguluyor bizim üzerimize oynuyor...


Eğer bir nedenden dolayı kızgınsam kendime, 
Eğer bir başka öfkeli bakıyorsam hayata.
Eğer bir yerlerde sessizce demlenmişsem,
Kafam iyiyse biraz  yani,
Akşamüzeri özlüyorum seni.
Günbatımında gör beni,
Bir gülüşü ile beni meftun eden sevgili.
Akşamüzeri bir başka seviyorum seni…







Bir de yaşanmışlık varsa serde; durduramazsın gözdeki yaşı, susturamazsın dildeki ahı!


Büyüklük bizde kalsın dedikçe üstümüze kaldı!
Küçük küçüklüğünü bilmedikten sonra, büyüklüğün bizde kalmasının ne önemi vardı?




İçinde kuşlar olan bir kitap oku, 

İçinde bahar geçen bir şiir dinle, 

İçinde umut olan bir şarkı söyle. 

Ve umudun  papatya koksun...





Bazen başımıza gelen kötü olaylar, iyi günlere açılan kapılardı!


Uçuyor gönlümün şiirleri,
kelebek misali kelimeler,
konuyor yüreğime,
düşüyor dilime...







Gözlerime hüzün yerleşti yokluğunda,

Gülsemde bir gülmesemde! 

Bir şiir gibi düştün içime,

Yazsamda bir yazmasamda!

Düşürdün  ya aşkı el diline, 

Gelsen de bir gelmesende...









Suratlarında alaycı gülümsemeyle, üzerlerine geçirdikleri önyargı zırhıyla ve bütün fikirlere karşı hazır olan antitezleri ile aşağılamaya amade bekleyenlere buradan selam olsun. 



Yakupun gözyaşlarıyla mı sınıyorsun beni hayat? Ne gözyaşım dindi, ne Yusufum

geldi. Yakupun sabrını çok görme bana, vazgeçmeye niyetim yok. Sabretmeye takatim yok...


Her şey tam, bir sen eksiksin! 
Çayını koydum daha bekletecek misin?
Gökyüzünün maviliğini al da gel.
Ay ışığında kayboldum, güneşim ol gel…



Yusuf’um dipsiz kuyularda.
Yakub’um gözüm yollarda.
Aşık Veysel’in aşık sazıyım.
Uzun ince bir yolda,
Yürüyorum gündüz gece.
Ben Yunus-u biçareyim,
Baştan ayağa yareyim,
Dost elinde avareyim
Gel gör beni aşk neyledi.
Viraneyim.
Şehrin en kalabalık yerinde,
Ücra bir mahalleyim,
Kimse yok, kimsesi yok, hiç kimseler yok.



İnsan nefret ettiği birini neden takip eder?
Meraktan mı?
Yoksa zayıflıktan mı?




 

4 Şubat 2022 Cuma



Ben gözlerinin telaşındayken;
Sükût ile kaybolmuş, sözcüklerim.
Gözlerine saklanmış,
Söyleyeceklerim, söyleyemediklerim.
Sensiz, her yanım;
Hep yarım!



Korku, bu güne kadar en belirgin histi onun için. Hayatını hep bir şeylerden korkmakla geçirdi. Hiçbir zaman fikir beyan etmez, her şeye susardı.

"Kayıp gidenlere değil, kaybettiklerine üzülüyordu. Ne geçen zaman, ne de geçip gidenler bir evlat acısı yüreğinde diğerine sarılmasına izin vermiyordu."


Bakışlarıyla kokusunu içine çekip, saçlarını okşadı. Dili ise ona itaat etmeyerek söze ” kukla mukla yok." diye başladı." Bütün evi dağıtmışsın zaten. Nereden çıktı kukla? “ diyerek bitirdi...



Kimsesizlik bir kez tuttu mu bırakmıyor insanın yakasını, ama asıl kalabalığın içindeki kimsesizlik ayrı acıtıyor canını...


Bu küflü dünyada paslanmadan kalmak imkânsızdı! 



Efendim, adabı muaşeret diyorum.
Herkes bir tutam içinden almalı!


Maviyle yeşilin dansıydı yaşamak dediğin!



Sapla samanı ayırt edemeyenlerin dünyasıydı bu dünya! Günahkar ilan edilen masumların, sesinin çıkmamasıydı kimsesizlik dediğin!



Elif Cemile Yengesinin  hatırladığında burnunun direğinin sızlamadığını fark etti.  Annesi bir gün Anneannesini düşününce burnunun direğinin sızladığını söylemişti. Elif'te duyunca merak etmiş annesine “Burunun direğinin sızlaması ne demek anne, Anneannem senin burnuna mı vurdu? “diye sordu. Annesi de gülerek küçük kızına "birini özlediğinde onun için üzüldüğünde burnunun direği sızlar" demişti. Bu durumda demek ki daha Yengesini çok özlememişti.



"Dayısı Gülcihan’ı başına kalmış dul kadın olarak görüyor, uğursuz sayıyordu. Yengesi külfet olduğunu düşünüyordu. Bir boğaz bir boğazdı.  Onlar rızık verenin Allah olduğunu unutmuşlar yetim öksüz hakkı gözetmeksiniz garibanın acısını hiçe sayıyorlardı."


Aynı gökyüzünü paylaşırken neden kalp kırar ki insan? 


Yüreğinde ilk defa duyduğu öfkesiyle, akşamın kızıllığın da kayboldu masumiyeti!



"Hayat bütün renklerini kaybetmişti. Onun için tek bir renkten ibaretti. Geçmişi ve geleceği kocaman kapkaranlık bir boşluktu... "


Dışarıda hava güneşliydi ama biraz sabahın serinliği vardı. Sokak bomboş in cin top oynuyordu. Elifçik sağına baktı soluna baktı sokağın yalnızlığı içine işledi. Yan taraftaki boş arsaya gitti. Önce Nazmiye Teyze horozu salmış mı baktı. Tavukların bile içeride olduğunu anlayınca sevinsin mi üzülsün mü bilemedi.

  Bahçe dışında yolun kenarında bir tane erik ağacı vardı. Elif Oraya oturup evine yemek taşıyan karıncalara yardım etmeye başladı.

  Bahçenin içerisi tam bir top sahasıydı.  Bomboş arsa çocukların vazgeçilmez oyun alanıydı. Sağında sıra sıra pelit ağaçları vardı. Yanında kendi evleri, solundaNazmiye teyzenin evi, arka tarafta sık sık kavak ağaçlarının olduğu başka bir bahçe vardı. Mahalleli burada toplanır, hemen oracıkta ateş yakılır, çay demlenirdi. Evden kimse boş gelmez, kısırlar yapılır, kekler dökülür, börekler açılır pelit ağacını gölgesine kilim serilir otururlardı. Hem sohbet edilir, hem yenilir içilir hemde el işi örürülürdü. Kimi fiskos, kimi havlu kenarı, kimi örgü yelek örerdi. Kanser diye bir yelek modeli vardı hakikaten insanı kanser ederdi. Çocuklar ise futbol, yakar top, istop ve envai çeşit oyun oynarlardı. Hele hıdrellezde bir de pelit ağacına kocaman salıncak kurarlar büyük küçük herkesi sırayla sallarlardı. Elif o kocaman salıncağı hayatı boyunca unutmadı. Ağaç dallarının arasında bulutlara ulaşıyormuş gibi hissediyordu.


Gece karanlığında sessizce ağlayan şehirler biliyorum. 
Ve sabahın ayazında içi üşüyen bir şair!
Kış mı geldi gönlüne sevdanın? 
Sonbahar mı düştü yapraklarına? 



Kalem mi ağladı içinde ki kışa?
Ah Gülcihan!
Ürkek bir ceylan sanki...


“Önüm arkam sağım solu sobe, saklanmayan ebe.” Dedi abisi. Kız olduğu yere çömeldi. İçinde ki korkuyla atan kalbi neredeyse onu ele verecekti.  Ne olurdu ki sanki, yatır ona ne yapacaktı ki? Ya karanlıkta ağzını kapatır odaya götürüp çarparsa. Geçende annesi komşuyla konuşurken duymuştu. Eski komşularının çocuğunu cin çarpmış, hoca hoca geziyorlarmış. Ağzı taaa kulağına kadar kaymış. Ya yatırda onu çarparsa. Hemen aklından yatırla ilgili kurduğu türlü kötü düşünceyi, kafasını sağa sola sallayarak atmaya çalıştı."



"  O zamanlar çocukluğunun kurbanı oldu dilekleri. Çocukluğu ise ona ait olmaya bir nefretin kurbanıydı. Yatır Dede bir daha hiç görünmedi. Ama kız şimdi dilese dileğini Yatır Dede duyar mıydı?"

 

Bazen yokluk sarar etrafını.  Sevgi yokluğu, şevkat yokluğu, anlayış yokluğu anlaşılmama yokluğu. O kadar yokluğun içinde varlığını bir türl...